Osmanlıca “Kıyye” Ne Demek? Bir Tartının, Bir Dönemin ve Bir Hikâyenin Peşinde
Selam dostlar, bu başlığı görünce gülümseyen, “aa evet, bu kelimeyi bir yerde duymuştum” diyenleriniz olmuştur. Osmanlıca’nın büyülü dünyasında gezerken insan bazen bir kelimeye takılır; o kelime hem tarihin kokusunu hem de insan hikâyelerini taşır. İşte “kıyye” tam da böyle bir kelime. Bugün size sadece bir ölçü birimini değil, bir dönemi, bir hayatı ve iki insanın karşıt ama tamamlayıcı bakış açılarını anlatmak istiyorum.
---
Kıyye’nin Gölgesinde Bir Çarşı: Hikâyenin Başlangıcı
Tarihin tozlu sayfalarında, 18. yüzyılın İstanbul’unda küçük ama canlı bir çarşı vardı: Tahtakale’nin dar sokaklarında baharat kokuları, demir dövme sesleri ve esnafın neşeli seslenişleri birbirine karışırdı. O çarşının en eski dükkânlarından birinde “Ali Usta” adında bir tüccar yaşardı. Herkes ona “kıyyeci Ali” derdi çünkü o, ölçüde kusursuzluğu ile tanınırdı.
Kıyye, Osmanlı’da yaklaşık 1,282 grama denk gelen bir ağırlık ölçüsüydü. Ancak Ali Usta için bu sadece bir sayı değildi. Onun için kıyye, adaletin, güvenin ve düzenin sembolüydü. Bir dirhem eksik tartsa gönlü razı olmaz, fazla verse müşteri “bu fazla” demedikçe gönlü rahat etmezdi.
Bir gün çarşıya yeni biri geldi: “Zehra Hanım”. Yan dükkânda yeni bir sabun dükkânı açmıştı. Renk renk sabunlar, yasemin ve gül kokuları... Kadın elinin zarafetini her köşede görmek mümkündü. Ancak onun ilgisini çeken sadece sabun yapmak değildi; o, insanların hikâyelerini dinlemeyi severdi.
---
Kıyye Üzerine İlk Tartışma: Strateji ve Empati Çatışması
Bir sabah Zehra Hanım, sabunlarını tarttırmak için Ali Usta’nın dükkanına geldi.
— “Ali Usta, bu sabunlardan yirmi kıyye kadar hazırladım. Tartıda bir bakar mısın?” dedi.
Ali Usta başını kaldırmadan, mahir bir el hareketiyle teraziyi hazırladı. Tartı dengelendiğinde gözleriyle ölçtü, sonra hesap yaptı.
— “Yirmi kıyye değil, on dokuz kıyye iki dirhem çıkıyor.”
Zehra Hanım gülümsedi.
— “Demek eksik geldi, belki de nemini kaybetmiştir. Ben sabunu biraz erken tarttım,” dedi.
Ali Usta hemen öneride bulundu:
— “Nem kaybı sorun edilecekse, sabunu tartmadan önce iki gün beklet. Böylece ağırlık sabitlenir, her satışta isabetli olur.”
Erkekler gibi, o da stratejik bir çözüm peşindeydi. Her şeyin hesabı, ölçüsü olmalıydı. Zehra Hanım ise farklı düşündü:
— “Bazen insanların gönlü tartıdan ağır basar, Ali Usta. Biraz eksik ya da fazla değil, dostluk tartılır burada.”
O anda çarşının havası değişti. İki insan, biri akılla biri kalple tartan iki farklı dünya gibi karşı karşıya duruyordu.
---
Kıyye’nin Sembolü: Adalet ve Denge
Günler geçtikçe bu iki dükkân sahibi arasında bir bağ oluştu. Her biri ötekinin eksikliğini tamamlıyordu. Ali Usta düzeni, dengeyi temsil ederken; Zehra Hanım insanî yönü, sıcaklığı, anlayışı taşıyordu.
Bir gün çarşıda küçük bir tartışma çıktı. Bir müşteri, Ali Usta’yı haksız yere “eksik tartıyor” diye suçladı. Çarşı kalabalığı merakla toplandı. Ali Usta’nın yüzü bir an bembeyaz kesildi.
Tam o sırada Zehra Hanım öne çıktı.
— “Ali Usta’nın terazisini ben bilirim,” dedi. “Onun tartısında hile olmaz, sadece insanın içi kadar temizdir o.”
Bu söz kalabalığın içine işlemişti. Kadın sözüyle adalet duygusunu yeniden tartıya koymuştu. Kıyye, o gün sadece bir ölçü değil, insanlar arası güvenin sembolü olmuştu.
---
Kıyye’nin Anlamı Değişiyor: Zaman ve Değerler
Zaman geçti, çarşı büyüdü, ölçü birimleri değişti. Metre, litre, kilogram geldi. Ama “kıyye” dilden düşmedi. Herkes eski güzel günlerden bahsederken hâlâ “bir kıyye un”, “iki kıyye sabun” derdi. Çünkü kıyye, sadece ağırlığı değil, eski dünyanın ruhunu da taşırdı.
Bir gün genç bir öğrenci çarşıya geldi ve sordu:
— “Amca, kıyye ne demek?”
Ali Usta gülümsedi, gözleri uzaklara daldı.
— “Evladım, kıyye tartıdır; ama sadece yükü değil, doğruluğu da ölçer.”
Zehra Hanım da yan dükkândan seslendi:
— “Bir de kalbi ölçer! Çünkü her tartıdan önce niyet gelir.”
Bu sahne çarşıdakilerin yüzünde bir tebessüm bıraktı. Artık herkes biliyordu: Kıyye, rakamdan çok daha fazlasıydı.
---
Erkeklerin Stratejisi, Kadınların Sezgisi: İki Yolun Birleştiği Yer
Ali Usta, ticarette planlı ve hesaplıydı. Her alışverişin sonunda defterine not düşer, her gramı hesap ederdi. Onun gözünde düzen, devlet gibiydi; bozulursa sistem yıkılırdı.
Zehra Hanım ise sezgileriyle çalışırdı. Bir müşterinin yüzüne bakıp “bugün biraz morali bozuk” diyebilirdi. Ona bir parça sabunu hediye eder, sonra “bazen denge terazide değil, gönülde kurulur” derdi.
Erkeklerin dünyasında çözüm ve sonuç, kadınların dünyasında ise bağ ve anlam ön plandaydı. Osmanlı’nın “kıyye”si, işte bu iki dünyanın birleşim noktasında duruyordu: Adaletle şefkatin, hesapla sezginin arasında.
---
Kıyye’nin Günümüze Uzanan Hikâyesi
Bugün modern dünyada artık kimse kıyye ile alışveriş yapmıyor. Ama o kelime, dilimizin bir köşesinde hâlâ yaşıyor. Esnafın torunları hâlâ “bir kıyye kadar sabır”, “iki kıyye emek” gibi deyimlerle konuşuyor.
Kıyye, sadece bir ölçü birimi değil; insan ilişkilerinde dengeyi hatırlatan eski bir bilgelik sözüne dönüşmüş durumda. Adaletli olmak, hakkını vermek, emeğe saygı duymak... Kıyye, bütün bunların tartısında duran görünmez bir değer.
Ve belki de Zehra Hanım’ın yıllar önce söylediği o cümle, hâlâ geçerliliğini koruyor:
— “Kıyye sadece bir ağırlık değil, vicdanın terazisidir.”
---
Sonuç: Kıyye’nin Ölçtüğü Asıl Şey
Osmanlıca “kıyye”, tarihsel olarak bir ağırlık ölçüsüdür; ama kültürel belleğimizde adalet, denge ve güvenin simgesine dönüşmüştür. Ali Usta’nın stratejik doğruluğu ve Zehra Hanım’ın empatik yaklaşımı, bugün bile yaşamın iki yönünü temsil eder: biri akılla ölçer, diğeri kalple tartar.
Belki modern çağın karmaşasında artık kimse terazinin başında beklemiyor, ama her birimiz kendi içimizde bir “kıyye” taşıyoruz. Her kararımızda, her ilişkimizde, bir yanımız hesap yaparken diğer yanımız hissediyor.
İşte kıyye, tam da bu dengeyi anlatıyor: Ne fazla, ne eksik… Tam kıvamında, insan kadar.
Selam dostlar, bu başlığı görünce gülümseyen, “aa evet, bu kelimeyi bir yerde duymuştum” diyenleriniz olmuştur. Osmanlıca’nın büyülü dünyasında gezerken insan bazen bir kelimeye takılır; o kelime hem tarihin kokusunu hem de insan hikâyelerini taşır. İşte “kıyye” tam da böyle bir kelime. Bugün size sadece bir ölçü birimini değil, bir dönemi, bir hayatı ve iki insanın karşıt ama tamamlayıcı bakış açılarını anlatmak istiyorum.
---
Kıyye’nin Gölgesinde Bir Çarşı: Hikâyenin Başlangıcı
Tarihin tozlu sayfalarında, 18. yüzyılın İstanbul’unda küçük ama canlı bir çarşı vardı: Tahtakale’nin dar sokaklarında baharat kokuları, demir dövme sesleri ve esnafın neşeli seslenişleri birbirine karışırdı. O çarşının en eski dükkânlarından birinde “Ali Usta” adında bir tüccar yaşardı. Herkes ona “kıyyeci Ali” derdi çünkü o, ölçüde kusursuzluğu ile tanınırdı.
Kıyye, Osmanlı’da yaklaşık 1,282 grama denk gelen bir ağırlık ölçüsüydü. Ancak Ali Usta için bu sadece bir sayı değildi. Onun için kıyye, adaletin, güvenin ve düzenin sembolüydü. Bir dirhem eksik tartsa gönlü razı olmaz, fazla verse müşteri “bu fazla” demedikçe gönlü rahat etmezdi.
Bir gün çarşıya yeni biri geldi: “Zehra Hanım”. Yan dükkânda yeni bir sabun dükkânı açmıştı. Renk renk sabunlar, yasemin ve gül kokuları... Kadın elinin zarafetini her köşede görmek mümkündü. Ancak onun ilgisini çeken sadece sabun yapmak değildi; o, insanların hikâyelerini dinlemeyi severdi.
---
Kıyye Üzerine İlk Tartışma: Strateji ve Empati Çatışması
Bir sabah Zehra Hanım, sabunlarını tarttırmak için Ali Usta’nın dükkanına geldi.
— “Ali Usta, bu sabunlardan yirmi kıyye kadar hazırladım. Tartıda bir bakar mısın?” dedi.
Ali Usta başını kaldırmadan, mahir bir el hareketiyle teraziyi hazırladı. Tartı dengelendiğinde gözleriyle ölçtü, sonra hesap yaptı.
— “Yirmi kıyye değil, on dokuz kıyye iki dirhem çıkıyor.”
Zehra Hanım gülümsedi.
— “Demek eksik geldi, belki de nemini kaybetmiştir. Ben sabunu biraz erken tarttım,” dedi.
Ali Usta hemen öneride bulundu:
— “Nem kaybı sorun edilecekse, sabunu tartmadan önce iki gün beklet. Böylece ağırlık sabitlenir, her satışta isabetli olur.”
Erkekler gibi, o da stratejik bir çözüm peşindeydi. Her şeyin hesabı, ölçüsü olmalıydı. Zehra Hanım ise farklı düşündü:
— “Bazen insanların gönlü tartıdan ağır basar, Ali Usta. Biraz eksik ya da fazla değil, dostluk tartılır burada.”
O anda çarşının havası değişti. İki insan, biri akılla biri kalple tartan iki farklı dünya gibi karşı karşıya duruyordu.
---
Kıyye’nin Sembolü: Adalet ve Denge
Günler geçtikçe bu iki dükkân sahibi arasında bir bağ oluştu. Her biri ötekinin eksikliğini tamamlıyordu. Ali Usta düzeni, dengeyi temsil ederken; Zehra Hanım insanî yönü, sıcaklığı, anlayışı taşıyordu.
Bir gün çarşıda küçük bir tartışma çıktı. Bir müşteri, Ali Usta’yı haksız yere “eksik tartıyor” diye suçladı. Çarşı kalabalığı merakla toplandı. Ali Usta’nın yüzü bir an bembeyaz kesildi.
Tam o sırada Zehra Hanım öne çıktı.
— “Ali Usta’nın terazisini ben bilirim,” dedi. “Onun tartısında hile olmaz, sadece insanın içi kadar temizdir o.”
Bu söz kalabalığın içine işlemişti. Kadın sözüyle adalet duygusunu yeniden tartıya koymuştu. Kıyye, o gün sadece bir ölçü değil, insanlar arası güvenin sembolü olmuştu.
---
Kıyye’nin Anlamı Değişiyor: Zaman ve Değerler
Zaman geçti, çarşı büyüdü, ölçü birimleri değişti. Metre, litre, kilogram geldi. Ama “kıyye” dilden düşmedi. Herkes eski güzel günlerden bahsederken hâlâ “bir kıyye un”, “iki kıyye sabun” derdi. Çünkü kıyye, sadece ağırlığı değil, eski dünyanın ruhunu da taşırdı.
Bir gün genç bir öğrenci çarşıya geldi ve sordu:
— “Amca, kıyye ne demek?”
Ali Usta gülümsedi, gözleri uzaklara daldı.
— “Evladım, kıyye tartıdır; ama sadece yükü değil, doğruluğu da ölçer.”
Zehra Hanım da yan dükkândan seslendi:
— “Bir de kalbi ölçer! Çünkü her tartıdan önce niyet gelir.”
Bu sahne çarşıdakilerin yüzünde bir tebessüm bıraktı. Artık herkes biliyordu: Kıyye, rakamdan çok daha fazlasıydı.
---
Erkeklerin Stratejisi, Kadınların Sezgisi: İki Yolun Birleştiği Yer
Ali Usta, ticarette planlı ve hesaplıydı. Her alışverişin sonunda defterine not düşer, her gramı hesap ederdi. Onun gözünde düzen, devlet gibiydi; bozulursa sistem yıkılırdı.
Zehra Hanım ise sezgileriyle çalışırdı. Bir müşterinin yüzüne bakıp “bugün biraz morali bozuk” diyebilirdi. Ona bir parça sabunu hediye eder, sonra “bazen denge terazide değil, gönülde kurulur” derdi.
Erkeklerin dünyasında çözüm ve sonuç, kadınların dünyasında ise bağ ve anlam ön plandaydı. Osmanlı’nın “kıyye”si, işte bu iki dünyanın birleşim noktasında duruyordu: Adaletle şefkatin, hesapla sezginin arasında.
---
Kıyye’nin Günümüze Uzanan Hikâyesi
Bugün modern dünyada artık kimse kıyye ile alışveriş yapmıyor. Ama o kelime, dilimizin bir köşesinde hâlâ yaşıyor. Esnafın torunları hâlâ “bir kıyye kadar sabır”, “iki kıyye emek” gibi deyimlerle konuşuyor.
Kıyye, sadece bir ölçü birimi değil; insan ilişkilerinde dengeyi hatırlatan eski bir bilgelik sözüne dönüşmüş durumda. Adaletli olmak, hakkını vermek, emeğe saygı duymak... Kıyye, bütün bunların tartısında duran görünmez bir değer.
Ve belki de Zehra Hanım’ın yıllar önce söylediği o cümle, hâlâ geçerliliğini koruyor:
— “Kıyye sadece bir ağırlık değil, vicdanın terazisidir.”
---
Sonuç: Kıyye’nin Ölçtüğü Asıl Şey
Osmanlıca “kıyye”, tarihsel olarak bir ağırlık ölçüsüdür; ama kültürel belleğimizde adalet, denge ve güvenin simgesine dönüşmüştür. Ali Usta’nın stratejik doğruluğu ve Zehra Hanım’ın empatik yaklaşımı, bugün bile yaşamın iki yönünü temsil eder: biri akılla ölçer, diğeri kalple tartar.
Belki modern çağın karmaşasında artık kimse terazinin başında beklemiyor, ama her birimiz kendi içimizde bir “kıyye” taşıyoruz. Her kararımızda, her ilişkimizde, bir yanımız hesap yaparken diğer yanımız hissediyor.
İşte kıyye, tam da bu dengeyi anlatıyor: Ne fazla, ne eksik… Tam kıvamında, insan kadar.