Atatürk'ün Selanik Askeri Ortaokulu'ndaki matematik öğretmeninin adı nedir ?

Ilay

Genel Mod
Global Mod
Bir Öğretmenin İzinde: Atatürk’ün Matematik Hocası ve Toplumsal Yapıların Gölgesinde Eğitim

Atatürk’ün hayatındaki eğitim dönemleri üzerine düşündüğümde, hep aynı soruya takılırım: Bir insanın düşünce biçimini kim şekillendirir? Ailesi mi, çevresi mi, yoksa bir öğretmeni mi? Mustafa Kemal’in Selanik Askerî Rüştiyesi’ndeki matematik öğretmeni Yüzbaşı Mustafa Efendi –yani ona “Kemal” adını veren hoca– sadece bir eğitimci değil, aynı zamanda bir toplumsal dönüm noktasının simgesidir. Ancak bu hikâyeyi yalnızca bireysel bir öğretmen-öğrenci ilişkisi olarak görmek, dönemin sosyal yapısını ve bu yapının eğitim üzerindeki etkilerini göz ardı etmek olur. Bu yazıda, o öğretmenin kimliğini ve etkisini; toplumsal cinsiyet, sınıf ve ırk bağlamında, eleştirel bir gözle değerlendireceğiz.

Selanik’te Bir Eğitim Ocağı: Sınıf ve Kimlik Üzerine Bir Arka Plan

Selanik, 19. yüzyılın sonlarında Osmanlı İmparatorluğu’nun en kozmopolit şehirlerinden biriydi. Müslümanlar, Yahudiler, Rumlar ve Bulgarlar bir arada yaşarken, şehir aynı zamanda ekonomik ve kültürel bir kaynaşma alanıydı. Ancak bu çeşitlilik, eşitlik anlamına gelmiyordu. Eğitim kurumları, sosyal sınıfların yeniden üretildiği alanlardı.

Atatürk’ün gittiği Selanik Askerî Rüştiyesi, orta sınıf Müslüman ailelerin çocuklarına kapılarını açarken, alt sınıflar için bu okullar çoğunlukla ulaşılmazdı. O dönemde eğitim, bir meritokrasi görüntüsü altında, aslında sınıfsal bir seçkinleşme aracına dönüşmüştü.

Yüzbaşı Mustafa Efendi, yani “Kemal” adını veren öğretmen, bu sistemin içinden gelen bir subaydı. Matematik öğretmeni olarak görev yaptığı okulda, genç Mustafa Kemal’e sadece sayıların mantığını değil, düşünmenin yöntemini de öğretmişti. Onun “Kemal” adını vermesi, sadece bir isim değil; bir düşünsel kimliğin başlangıcıydı. Fakat bu hikâyenin ardında, Osmanlı’nın geç döneminde eğitim kurumlarının erkek egemen, milliyetçi ve sınıfsal hiyerarşilere dayalı yapısı gizlenmektedir.

Eğitimde Toplumsal Cinsiyet: Kadınların Görünmeyen Mücadelesi

Atatürk’ün rüştiyede okuduğu dönemde, eğitim sisteminin merkezinde erkekler vardı. Kadınlar, özellikle askerî okullara erişimden tamamen dışlanmıştı. 19. yüzyılın sonlarında Osmanlı’da kız çocuklarının okullaşma oranı %5’in altındaydı (Kaynak: Türk Eğitim Tarihi Enstitüsü, 2019). Bu durum, kadınların toplumsal üretim alanından dışlanmasının bir yansımasıydı.

Matematik öğretmeni Mustafa Efendi’nin verdiği eğitim, bilimsel düşünceyi teşvik ederken bile bu toplumsal eşitsizliği yeniden üretiyordu. Kadınlar, bilimin “alan dışı” kabul edildiği bir dönemde, sistematik biçimde bilgiye erişimden yoksun bırakılıyordu.

Eğer bir kadın o dönemde Selanik’te bilimle uğraşmak isteseydi, ne kadar ilerleyebilirdi? Bu soru, yalnızca tarihsel değil; günümüzde bile yanıtı tam verilememiş bir toplumsal gerçekliği hatırlatır. Bugün bile STEM alanlarında kadınların oranı dünya genelinde %30’un altındadır (UNESCO, 2023).

Kadınların eğitimdeki dışlanmışlığı, empatiye dayalı sosyal yaklaşımların yokluğuna da neden oldu. Kadın öğretmenlerin bulunmadığı bir sistem, eğitimde duygusal zekâ ve toplumsal farkındalık boyutlarını zayıflatmıştı. Oysa empatik yaklaşım, bilgi aktarımını sadece teknik değil, insani bir süreç haline getirir.

Irk, Kimlik ve İmparatorluk: Eşitsizliklerin Gölgesinde Öğrenme

Osmanlı’nın son döneminde eğitim kurumları, farklı etnik grupların kimlik mücadelesinin merkezindeydi. Selanik’teki öğrenciler arasında Türk, Arnavut, Rum ve Yahudi çocuklar bulunuyordu. Ancak askerî okullar, özellikle Müslüman-Türk kimliğini güçlendiren kurumlar olarak tasarlanmıştı. Bu, eğitimin “vatandaşlık inşası” amacıyla kullanıldığını gösterir.

Atatürk’ün öğretmeni Mustafa Efendi, dönemin hâkim ideolojik atmosferini temsil ediyordu. Matematiği bir disiplin olarak öğretirken, aynı zamanda rasyonel düşüncenin “Türk modernliği”nin temeli olacağı fikrini de empoze ediyordu.

Burada dikkat çekici olan, bilimin bile toplumsal bir araç olarak ideolojik sınırlar içinde işlev görmesidir. Matematik, bir “eşitlik bilimi” iken, bu bağlamda “ayrıcalıklı” bir grubun hizmetinde kullanılmıştır. Bu durum, modern ulus-devletlerde eğitimin hem özgürleştirici hem de tahakkümcü potansiyelini ortaya koyar.

Erkeklerin Çözüm Odaklı, Kadınların Empatik Yaklaşımları: Farklı Düşünce Biçimleri

Forum tartışmalarında sıkça gözlemlediğim bir durum vardır: Erkek katılımcılar genellikle “nasıl çözeriz” odaklı konuşur; kadın katılımcılar ise “bu sorun kime nasıl etki ediyor” sorusuna yönelir. Her iki yaklaşım da değerlidir. Mustafa Efendi gibi öğretmenler, dönemin erkek merkezli eğitim anlayışında daha çok “çözüm üretici” rolüyle öne çıkmışlardır. Fakat o dönemin eğitim sistemi, empatiyi –yani duygusal bağ kurmayı– pedagojik bir değer olarak kabul etmemiştir.

Bugün ise pedagojik psikoloji, empati ve bilişsel stratejilerin birlikte kullanıldığı eğitim modellerinin daha kalıcı öğrenme sağladığını göstermektedir (Kaynak: Journal of Educational Psychology, 2021). Bu da bize geçmişin eksik yanlarını gösterir: Matematik öğretmeni Mustafa Efendi’nin analitik disiplini, kadınların sosyal duyarlılığıyla birleşebilseydi, eğitimdeki insanî boyut daha erken gelişebilirdi.

Sınıfsal Dinamikler: Kimler Bilgiye Ulaşabiliyordu?

Osmanlı’nın son döneminde bilgiye ulaşım, sosyal sınıfa sıkı sıkıya bağlıydı. Rüştiye okullarına kayıt, ekonomik imkân ve statüyle doğrudan ilişkilidir. Atatürk’ün ailesi, orta gelirli bir memur ailesiydi; bu durum, onun eğitim fırsatlarına erişiminde belirleyici oldu. Aynı şehirde yaşayan birçok yoksul çocuk, eğitim sisteminin dışında kaldı.

Bugün bile bu durumun yansımaları görülmektedir: OECD verilerine göre gelir düzeyi düşük ailelerden gelen öğrencilerin yükseköğretime erişim oranı, üst gelir grubuna göre ortalama %40 daha düşüktür. Bu, bilgiye erişimin hâlâ sınıfsal bir ayrıcalık olduğunu gösterir.

Oysa bilgi, ayrıcalık değil, eşitlik aracı olmalıdır. Mustafa Efendi’nin öğretmenliği, bireysel bir başarı hikâyesi olarak değil, toplumsal eşitsizliklerin içinde parlayan bir istisna olarak okunmalıdır.

Düşündüren Sorular: Tarih mi, Toplum mu Öğretmen Yaratır?

- Eğer Mustafa Kemal’in öğretmeni bir kadın olsaydı, eğitim anlayışı farklı bir biçim alır mıydı?

- Eğitim, gerçekten eşit fırsatlar sunabiliyor mu, yoksa mevcut hiyerarşileri yeniden mi üretiyor?

- Bugünün öğretmenleri, geçmişin toplumsal kalıplarını kırma cesaretine sahip mi?

Sonuç: Bir Öğretmenin Ardında Yatan Toplumsal Ders

Atatürk’ün matematik öğretmeni Mustafa Efendi, yalnızca bir eğitimci değil; dönemin sosyal yapısının, sınıfsal ayrıcalıklarının ve cinsiyet eşitsizliklerinin bir aynasıydı. Onun “Kemal” adını verirken aktardığı anlam, aslında bir bilinç mirasıydı: aklın, sorgulamanın ve ilerlemenin sembolü.

Bugün o mirası sürdürmek, sadece tarihsel kişilikleri anmakla değil, toplumsal cinsiyet, sınıf ve kimlik eşitsizliklerini aşmakla mümkündür. Gerçek öğretmenlik, bilgiyi aktarmaktan öte; adaleti, empatiyi ve farkındalığı da öğretmektir.

Ve belki de en temel soru hâlâ geçerliliğini koruyor:

Bir öğretmen, sadece öğrencisini mi şekillendirir, yoksa bir toplumun geleceğini de mi yeniden yazar?
 
Üst